NERDESİN ?

 

 

Geceleyin bir ses böler uykumu,

İçim ürpermeyle dolar -Nerdesin ?

Arıyorum, yıllar var ki, ben onu,

Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.

 

 

Gün olur sürüyüp beni derbeder,

Bu ses rüzgara karışır gider

Gün olur peşimden yürür beraber

Ansızın haykırır bana  -Nerdesin ?

 

 

Bütün sevgileri atıp içimden

Varlığımı yalnız ona verdim ben

Elverir ki, bir gün bana derinden

Tâ derinden bir gün bana “Gel” desin.

 

 

Ahmet Kutsi Tecer

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NERDESİN

Servet-i Fünun akımından sonra gelen şair ve yazarlar tasvire büyük önem verdiler. Varlık ötesini özleyen Haşim’in şiirlerinde bile dış alem önemli bir yer tutar.  II. Meşrutiyet devrinde bu sahada en aşırı giden Mehmet Akif’tir. Safahat’ta dekor tasvirlerine sık sık rastlanır. Han Duvarları’nda Faruk Nafiz’inde dış alemi realist bir üslupla tasvir ettiği görülür. Nerdesin şiirinin şairi Tecer’se dış âleme ait objelerin  hemen hemen hepsini ilga ederek sesi bırakmasıdır. Nereden ve kimden geldiği bilinmeyen bir ses şairin hayatına hakim oluyor, onu gece yarıları uyandırıyor. Beklenmedik zamanda peşinden geliyor ve tam yakalayacağı esnada rüzgarlara karışıyor. Burada mistik duyguya benzeyen bir duygu hal bahis konusudur. Görülmeyen ve bilinmeyen, bütün dinlerde önemli bir yer tutar. Musevilik ve Müslümanlıkta Allah her yerde hazır ve nazırdır. Fakat kendisini gizleyen bir varlıktır. O, Musa ve Muhammet’e gaybdan hitap eder.  Tecer’in şiirinden sesin sahibinin hüviyeti belli değildir. Şair her yerde kendini arayan bu sese aşıktır. Bütün sevgilileri içinden atarak  kendisini ona vermiştir. Bir gün onun kendisine de gel diye seslenmesini bekler. O, şairi ebedi saadete kavuşturacak olan esrarlı varlığın sembolüdür.  Şiirde eşyanın ilga edilmesi gösterir ki şair için önemli olan eşya değil o sesin sahibidir. Dindarlar ve mistikler işte böyle bir varlığın mevcudiyetini derinden hissettikleri için kendilerini ondan ayıran maddi  âleme önem vermemişler hatta ona düşman kesilmişlerdir. Tecer bu şiirinde çok önemli yer tutan bir temi gözle görülmeyen fakat insanın bütün varlığı ile bağlandığı bir duyguyu yakalamıştır. Onun müessir olmasının sebebi içimizde unutulmuş çağlardan kalma bir duyguyu yeniden kazandırmasıdır. Haşim’in  “Aksi Seda “ adlı şiirinde de aynı tem vardır. O da kendisini bir sesin takip ettiğine inanır ve her yerde onu yakalamak için koşar. Şiirinde dekora ehemmiyet veren Haşim bu sesin günün saatlerine ve manzaraya göre değiştiğini anlatır.

              

               Benimle böyle koşan kimdi, bir urura rakip,

               Olan, o savtı seherlerde eyledim takip,

               Yolun dikenleri üstünde bekledim güldüm.

               Ve, dinledim yine, savtı muakkibi buldum.

 

               Bu ses, kemerlerin altında pür tahassüstü,

               Gruba karşı ağır, fec önünde munisti,

               Karartılarda, soğuk. Dalgalarda yükselerek.

               Olurdu, gays ile memlayı raşeb-i ahenk

 

               Sular onunla, olur, dil deride rencide

               Suhuri naime, lerzan olur havalide

               O salt-ı hakimi, medbuhu aşina dinler

               Hudut-ı leylede yüzlerce çeşmi ateş üzer.

Haşim’in şiirinde gayb ses daha trajik bir mana taşır. Görünen görünmeyene daha zengin ve daha derin bir  mahiyet verir. “Deniz” şiirinde Yahya Kemal de kendisini varlığın ötesine taşıyan aynı sesi duyar. Dalgalar ve rüzgarlar bu sesi çoğaltır. Bir orkestra haline getirir.

 

               Rüzgarlara benzer bir uğultuyla sulardan

               Sesler geliyor sandım, ilahi kullardan,

               Her an daha coşkun, daha yüksek daha gergin,

               Binlerce ağızdan bir ilahi gibi engin.

 

Yahya Kemal’in  duymuş olduğu sesler Grek mitolojisinin silenlerini hatırlatır. Haşim’in Aks-i Seda  şiirinde Eko efsanesine benzer bir yakınlık vardır. 

Ahmet Kutsi Tecer’in  şirinde ses onun özelliklerini taşıyor.

O; anne, sevgili veya Tanrı gibi ruhun kendisine bağladığı  en kıymetli varlıkların sembolüdür.

Nerdesin şiirinin yapısı ve üslubu ses tarafından  tayin edilmiştir. En mühim kelime olduğu için, “Nerdesin” sorusu iki parçada da mısra sonlarına konulmuş ve iki kere tekrarlanmıştır.

Şiirin muhtevası şairin “ses” ile münasebetini belirtir bir tarzda kısımlara bölünüyor. Birinci ve ikinci parçada sentaks, sesin kaprislerine uyarak kırıldığı halde şairin derin özlemini anlatan son parçada cümle dört mısraı içine alacak kadar uzundur. Bu parçayı tertip ettiği heyecan tonuna göre bir çırpıda okumak lazımdır. Bu dar ve küçük şekil içinde sentaksın, muhtevanın kıvrımlarına göre değişmesi büyük bir başarıdır. Duygusunu kalabalık unsurlardan sıyıran ve teferruata özel önem veren Tecer’in üslubu çıplaktır. Nerdesin şiirinde hiçbir teşbih, istiare, mecaz olmadığı gibi sıfatta yoktur. Bu sadelik  ve çıplaklığı, daha sonra Orhan Veli nesli bir prensip haline getirecektir.

Haşim’in tesirinde kalan tüm şairlerin renge ne kadar ehemmiyet verdiklerini ve mısralarını süslediklerini görmüştük. Nerdesin şiirinin üslûp bakımından en önemli özelliği her türlü ziynetten uzak saf sesin kendisi gibi adeta maddenin inkârı olmasıdır. Bunun sebebi bizzat muhtevanın mücerret, gözle görülmez ve elle tutulmaz bir varlığı anlatmasıdır. Tecer diğer şiirlerinde dış âleme ve eşyaya yer verir fakat onlarda da ifade tarzı çıplaktır. Benzetme ve sıfatlara az rastlanır.

Tecer  şiirlerinde adeta tabiat ve eşyanın arasından  geçer. Onu ilgilendiren bu geçişin  bıraktığı tatlı  ve acı  intibalardır. Buna hayatın içinde kendisini  hissettiren fanilik duygusu adını da verebiliriz. Fakat bu eskilerin insanı dünyadan uzaklaştıran ve edebiyat özlemi uyandıran ölüme çok yakın fanilik değil sadece intiba olarak yaşanan geçiş duygusudur. Kış düşünceleri adlı şiirinde bu duygu ifade olunmuştur.

              

               Geçti, yaz günlerinin güzelliği

               Açık pencereler damlar bahçeler

               Her şey ne sıcaktı her şey ne iyi

               Hatta o karanlık aysız geceler.

 

               Hani o gezmeler kırda denizde

               Hani o cümbüşler sazlar Temmuzda

               Ağustos mehtabı tam üstümüzde

               Plajlarda neydi o eğlenceler.

 

               Yaşamak diyordum yaşamak ne hoş

               Hele bir gelmesin nolurdu bu kış

               Nerede o kahkaha, o ses, o alkış,

               Şimdi yerini aldı düşünceler.

Burada dış âleme ait unsurlar oldukça geniş bir yer tutuyor fakat onlar geçmiş sadece hatıra ve özleme kalmıştır. Kayıp  olanı arayan tonuyla bu şiir Nerdesin şiirine yaklaşır yalnız burada kaybolan ve aranan bellidir. Şiirde bir iki sıfat müstesna isimlerin umumiyetle çıplak oluşlarına ve hiçbir benzetme bulunmayışına dikkat ediniz. Şimal Rüzgarı adlı şiirinde Tecer  onu da yakalıyor:

              

               Duyulmuyor günlerin nasıl geçtiği

               Bu Temmuz, Ağustos ayları böyledir

               Dakikalar öyle süratli geçer ki

               Daha sabah zannedersiniz öğledir.

 

               Erkenden çağırır ya deniz ya bahçe

               Her yerde tükenmez kahkaha eğlence

               Daha uzak uzak sanırsınız gece

               Bir de bakarsınız gün batmış ay bedr.

 

                Sonra bir yel eser enginden şimalden,

               Bütün neşeleri toplayıp götüren.

               Ey şimal rüzgarları, hasret dolu tren

               Bari, o günlerin kokusunu getir.

 

Burada da duyular ve objeler şiire çıplak olarak ve kendi gerçekleri ile giriyorlar. Yalnız son parçanın üçüncü mısrasında Şimal rüzgarları hasret dolu trene benzetiliyor. Fakat bu benzetme geçiş duygusunun hakim olduğu şiirin muhtevasına tamamıyla uyuyor. Bundan dolayı da bizde sis intibaı uyandırmıyor. Tecer, Orhan Veli neslinden önce Türk şiirini sade, saf ve çıplak hale getirenlerin başında gelir.